Meleil a’la nerede?
لَا يَسَّمَّعُونَ اِلَى الْمَلَاِ الْاَعْلٰى
وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍ
La
yessemmeune ilel meleil a'la ve yukzefune min külli canib
Onlar mele-i
a'lâyı dinleyemezler, tard için her taraftan sıkıya tutulurlar. (37/Saffat/8 - Elmalılı Hamdi Yazır Meali)
مَا كَانَ لِىَ مِنْ عِلْمٍ بِالْمَلَاءِ
الْاَعْلٰى اِذْ يَخْتَصِمُونَ
Ma
kane liye min ılmin bil meleil a'la iz yahtesımun
" Benim mele-i
a'lâya ne ilmim olurdu onlar münakaşa ederlerken?
(38/Sad/69Elmalılı Hamdi Yazır Meali )
Bu konularda ilmi açıdan yeterli olmamama rağmen, işin ehli olanlarını bu
konuya dikkat kesilmeleri ve meseleye yakından bakmaları ümidiyle bir şeyler
araştırarak ve haddimin farkında olarak projektörümüzü meleil a’la sözcüğüne
çevirdik.
Kuran'da
sadece Saffat suresi 8 ve Sad suresi 69 ayetlerde geçen meleil a’la sözcüğü neye
işaret ediyor? Bir bakalım...
الْمَلَأِ الْاَعْلٰى Meleil a’la
الْمَلَأِ Mele´sözcüğü; bir
düşüncede/görüşte ve-ya inançta birleşip güzel görünümleriyle, büyüklükleriyle
ve hoşluklarıyla gözleri dolduran topluluk [1]
Bir toplumda
ileri gelenler, söz sahibi yöneticiler, müşavere yapan yetkin kadro, kafir
kavimin ileri gelenleri, kafir kavmin önderleri ekabir takımı vb.[2]
Bundan başka
" ...filan kimse, kendisini gören nezdinde büyük, muazzam biridir."
anlamında" (filan kimse gözler dolusu) denir. Yapı, bünye, endam ve güzellikle
dolu bir huy gibi anlamları da var[3]
الْاَعْلٰىA’la yüce, üstün/galip, yüksek vb…[4]
Kavramsal
tanımdan sonra, “Meleil a’la” nın Kuran’da hangi anlamda kullanımına geçmeden
önce, bazı görüşlere yer vermeyi uygun buldum.
Fahrettinrazi
“Mele’-i a’la”
Ayetteki, "Mele-i A'lâ hakkında onlar aralarında
münazara ederlerken, benim hiçbir bilgim yoktu" ayetine gelince, bil ki
Allah Teâlâ mükellefleri, bu dört meselede ihtiyatlı olmaya teşvik etmiş ve şu
açılardan bu teşviki pekiştirmiştir:
a) Bunlardan herbirisi "en büyük haber"dr.
Büyük haberde ise, ihtiyatlı olmak gerekir.
b) Mele-i A'lâ, bu hususta pekişmişlerdir. Bu konuda
söylenenlerin en güzeli, bunun Cenâb-ı Hakk'ın ''(Allah) ben yeryüzünde bir
halife yaratacağım" dedi. (Melekler) dediler ki: "Orada fesad
çıkaracak ve kan dökecek kimse mi yaratacaksın? Hâlbuki biz, seni hamdile
tesbih ediyor ve takdis ediyoruz." (Allah) dedi ki: "Ben, sizin
bilmediğinizi biliyorum"(Sakara.30) ayetinde beyan edilen husus olmasıdır.
Bu, şu manayadır: O melekler, "İnsanlar, şehvetlerini yerine getirmekle
meşguller iken (ki bu husus ayette, "Orada fesad çıkaracak..."
ifadesiyle anlatılmaktadır) ve öfkelerini uygulamakla meşguller iken, (ki bu da
ayette "kan dökecek kimse" ifadesiyle anlatılmaktadır) biz ise, seni
hamdinle teşbih ederken, insanın yaratılmasında hangi hikmet ve fayda
vardır?" demek istemişlerdir. Bunun üzerine Allah Teâlâ da, "Ben,
sizin bilmediğinizi biliyorum" diyerek cevap vermiştir.
En iyisini Allah bilir ya, bunu şu şekilde izah
ederiz: Aklın yaptığı taksimata göre mahlûkat dört kısma ayrılır:
a) Kendilerinde akıl ve hikmet bulunup, nefs ve şehvet
bulunmayan varlıklar. Bunlar, sadece meleklerdir.
b) Kendilerinde nefis ve şehvet bulunup, ilim ve hikmet
yer almayanlar. Bunlar, hayvanlardır.
c) Bu iki kısımdan uzak olan varlıklar. Bunlar, cansız
varlıklardır.
d) Bu taksime göre geriye dördüncü bir kısım kalır. Bu
da, kendisinde bu iki hususun birlikte bulunduğu varlıklardır. Bunlar
İnsanlardır. İnsanın yaratılış maksadı, cehalet, taktid, tekebbür ve temerrüd
(inad) değildir. Çünkü bütün bunlar, hayvanların ve yırtıcı hayvanların
sıfatlarıdır. Aksine insanın yaratılış maksadı, ondan ilim, hikmet ve taatın
zuhur etmesidir.[5]
Taberi tefsiri
“Mele’-i a’la”
69- Yüce varlıklar birbirleriyle münakaşa ederken benim
onlar hakkında hiçbir bilgim yoktur.
70- Bana ancak benim apaçık bir uyarıcı olduğum
vahyolunuyor.
Ey Muhammed, kavminden, senin peygamber okluğunu ve
senin getirdiğin şeylerin yalan olduğunu söyleyen müşriklere de ki: "Bu
Kur'an büyük bir haberdir. Fakat sizler ondan yüz çeviriyorsunuz ve onunla amel
etmiyorsunuz. Onun delillerini düşünüp öğüt almıyorsunuz. Ey Muhammed, yine
kavminin müşriklerine de ki: "Bana vahiy gönderilmeden önce yüce varlıklar
olan meleklerin, Adem'in yeryüzüne halife olarak gönderilmesindeki tartışmalarına
dair hiçbir bildiğim yoktu. Bunları rabbim bana vahiyle bildirdi. Benim size
bunlan bildirmem, Kur'anın Allah tarafından gönderilmiş olduğuna dair apaçık
bir delildir. Çünkü sizler de Kur'an inmeden önce, benim bu hususlarda
herhangi bir bilgimin olmadığım çok iyi biliyordunuz.
*Bu izahtan da anlaşıldığı' gibi âyette zikredilen
"Yüce varlıklardan maksat, meleklerdir. Onların tartışma konulan, Hz.
Âdem'in nefis sahibi bir beşer olarak yeryüzüne halife olarak gönderilmesidir.
Bu husus başka bir âyet-i kerimede şöyle ifade edilmektedir. "Bir zaman
rabbin meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım." demişti.
Melekler de: "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi
yaratacaksın? Halbuki biz seni överek teşbih ediyoruz ve tenzih ediyoruz."
dediler. Allah da onlara: "Şüphesiz ki ben, sizin bilmediklerinizi
bilirim." dedi[6].
El-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an imam kurtubi
“Mele’-i a’la”
"Onlar birbirleri ile tartışırlarken benim Mele-i
A'la'ya dair bir bilgim yoktur" buyruğunda sözü geçen "Mele-i
A'la" İbn Abbas ve es-Süddî'nin açıklamasına göre meleklerdir. Onlar Âdem
(a.s) yaratıldığında durumu hakkında tartışmışlardı ve: "Orada
bozgunculuk yapacak... bir kimse mi yaratacaksın?" (el-Bakara, 2/30)
demişler, İblis de: "Ben ondan hayırlıyım." (el-Araf, 7/12) demişti.
İşte bu, Muhammed (sav)'ın Âdem ve diğerlerinin kıssaları hakkında haber
verdiğini açıklamaktadır. Böyle bir şey ise ancak ilâhi bir te'yi-din varlığı
ile mümkün olabilir, düşünülebilir. O halde bu yolla onun doğru söylediğine dair
mucize de ortaya konulmuş olmaktadır. O halde peygamberin doğruluğunu bilmek
için Kur'ân'ın üzerinde gereği gibi düşünmekten ne diye yüz çevirdiler? İşte
bundan ötürü (bu buyruklar) yüce Allah'ın: "De ki: O büyük bir haberdir.
Siz ise ondan yüz çevirmektesiniz" buyruğu ile bitişik gelmiştir.
İkinci görüşü Eşheb, el-Hasen'den rivayet etmektedir.
el-Hasen dedi ki: Rasulullah (sav) buyurdu ki: Rabbim bana sordu ve dedi ki: Ey
Muhammed! Mele-i A'la da neyin hakkında tartışmışlardır? Ben: Keffaretler ve
dereceler hakkında dedim. Keffaretler nedir? diye sordu. Ben: Yürüyerek cemaat
namazlarına gitmek, soğuklarda iyice abdest almak, bir namazı kıldıktan sonra
diğer namazı beklemek suretiyle ardı arkasına mescidlere gitmektir. Peki
dereceler nedir? diye sordu. Ben: Selamı yaymak, yemeği yedirmek ve insanlar
uykuda iken geceleyin namaz kılmak dedim." Bu hadisi bu manası ile
Tirmizî, İbn Abbas'tan rivayet etmiş ve hakkında garib bir hadistir demiştir.
Muaz b. Cebel'den de rivayet etmiş olup: Bu hasen, sahih bir hadistir demişttir
hadisi "Kitabu'l-Esna fi Şerhi Esmaillahi'l-Hüsna" adlı eserimizde
bütünüyle kaydettik ve açıklanması gereken yerleri orada açıkladık, yüce
Allah'a hamdolsun.
Daha önce de Yâsîn Sûresi'nde (36/12. âyet, 2. başlık
ve devamında) mes-
cidlere yürüyerek gitmeye, atılan adımların
kötülüklere keffaret olup dereceleri yükselttiğine dair açıklamalar geçmiş
bulunmaktadır.
Âyet-i kerimede sözü edilen "Mele-i A'la"nın
melekler olup "tartışırlarken" lafzındaki zamirin iki ayrı fırkaya
ait olduğu da söylenmiştir. Bununla da aralarından: Melekler Allah'ın
kızlarıdır diyenler ile melekler (Allah'tan başka kendilerine) ibadet edilen
ilâhlardır diyenler kastedilmektedir.
Buradaki Mele-i A'la'nın Kureyşliler olduğu da
söylenmiştir. Bununla onların kendi aralarındaki tartışmaları kastedilmiş
olmaktadır. Allah da peygamberini bu tartışmadan haberdar etti.
"Bana, ben ancak apaçık bir korkutup uyaran
olduğum için vahyolu-nuyor." Yani bana ancak korkutup uyarmam (inzar)
vahyediliyor, demektir.
Ebu Cafer b. el-Ka'ka, " Ancak" lafzındaki
ikinci hemzeyi kesreli olarak okumuştur. Çünkü vahiy de bir söz (sözden sonra
gelen "elif, nun"un elifi esreli okunur)dür. Sanki şöyle demiş
gibidir: Bana deniliyor ki: Sen ancak apaçık bir uyaransın.
Bu hemzeyi üstün okuyanlar ise, ref konumunda kabul
ederler. Çünkü meçhul bir fiilin ismi (naib-i faili, sözde öznesi) olmaktadır.
el-Ferra dedi ki: Şöyle demiş gibidir: Bana ancak
korkutup uyarmak vah-yolunuyor. en-Nehhas dedi ki: " Ancak... için"
anlamında nasb konumunda olması da mümkündür. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.[7]
“Mele’-i a’la”
Onlardan bir grup fırladı: "Yürüyün, tanrılarınıza bağlı kalın. Çünkü
bu, arzu edilen bir şeydir." (Sâd: 38/6)
Kavminden ileri gelenler dediler ki: "Biz seni açık bir sapıklık
içinde görüyoruz!" (A'râf: 39/60)
O(şeyta)nlar mele-i a'lâyı (yüce melekler topluluğunu) dinleyemezler; her
yandan kendilerine (ışınlar atılır). (Sâffât: 56/8)
Mele' aynı düşüncede olup, görünüş ve heybet bakımından göz dolduran cemâat
demektir. Mele'-i a'lâ (yüce topluluk) da gök ehli, meleklerin ve yüce ruhların
oluşturduğu topluluktur. Yere karşılık olarak gök halkına mele-i a'lâ
denmiştir. Sözgeliminden mele-i a'lâ'nm, Allah'ın, meleklerin ve yüce ruhların
bulunduğu meclise dendiği anlaşılır. İşte Yüce topluluk tartışırlarken (aralarında)
neler geçtiği hakkında bir bilgim yoktu." (Sâd: 38/69) âyetinde, o
mecliste geçmiş bir tartışmanın, elçi olarak görevlendirilen Hz. Muhammed'e
vahyedildiği anlatılmaktadır. Yine sözgeliminden, bu tartış-manın, Sâd:
38/71-85. âyetlerde anlatılan tartışma olduğu anlaşılmaktadır.
Mele' kelimesinin geçtiği diğer âyetler: A'râf: 39/ 66, 75, 88, 90, 109,
127; Nemi: 48/29, 32, 38; Kasas: 49/20, 28; Hûd: 52/27; Yûsuf: 53/43; Mü'minun:
74/24, 33; Bakara: 92/246. [1]
"O(Kur'â)nı şeytânlar indirmedi, bu onlara
yaraşmaz ve zaten yapamazlar da. Çünkü onlar (meleklerin sözlerini) işitmekten
uzaklaştırılmışlardır." (Şu'arâ: 47/210-212) âyetinde cinlerin yüce
topluluğu dinleme imkânından soyutlandıkları, o makamdan uzaklaştırıldıkları
anlatılmaktadır.
"Andolsun biz gökte burçlar yaptık ve onu
bakanlar için süsledik ve onu her kovulmuş, taşlanmış şeytândan koruduk. Ancak
kulak hırsızlığı eden olursa onu da parlak bir ışın kovalar." (Hicr.
54/16-18)
"Biz en yakın göğü bir zinetle, yıldızlarla
süsledik. Ve onu itaat dışına çıkan her türlü şeytândan koruduk. Onlar yüce
topluluğu dinleyemezler; her yandan kendilerine ışınlar atılır. Kovulurlar.
Onlar için sürekli bir azâb vardır. Yalnız (yüce topluluktan) bir söz kapan
olursa, onu da delici bir ışın izler." (Sâffât: 56/6-10)
"Andolsun biz en yakın göğü lambalarla süsledik
ve onları şeytânlar için taşlamalar yaptık, onlara çılgın ateş azabını da
hazırladık!" (Mülk:77/5)
Rücûm: Recm'in çoğuludur. Recm: taşlamak, kovmak,
kendisiyle taş atılan araç, öldürmek anlamlarına gelir. Mülk Sûresi'nin beşinci
âyetinde göğü süsleyen yıldızların, şeytânları taşlama, kovma aracı yapıldığı
vurgulanmaktadır. Yıldızların kendileriyle değil, saldığı ışınlarla şeytânlar
yakılır, onların gök ehlinden haber çalmaları önlenir. Allah, dünyaya en yakın
göğü yıldızlarla süslemiş ve onu Allah'ın emrine başkaldıran, söz dinlemez
şeytânlardan korumuştur. Şeytânlar (kötü cinler) yüce topluluğun sözlerini
işitemezler. Yüce topluluğun konuşmalarını işitmek için çabalayan, onlara
kulak kabartan şeytânların üzerine ışınlar atılarak meleklerin sözlerini
duymalarına engel olunur. Kur'ân, şeytânların üzerine salınan ışınlara şihâb
demektedir.
Şihâb kayan yıldız gibi görünen şeydir. Işığı ile
karanlığı deldiği için şihâb-ı sâkıb ve necm-i sâkıb denilir. Şihâb-ı sâkıb,
ışığı ile göğü delen çok parlak şihâb (kıvılcım, ışın) demektir. "Ancak
kulak hırsızlığı yapan olursa onu da apaçık bir şihâb izler" âyeti de gök
halkından haber çalmaya kalkışan şeytânların, salınan ışınlarla kovalanıp
yakılacaklarını bildirmektedir.
Şihâblar yıldız değil, küçük cisimlerdir. Şihâblardan
çıkan ışık, bunların atmosfer tabakasıyla sürtünmesinden oluşur. Ancak
âyetlerde şeytânları izleyip yakan ışık, güneş çevresinde dönen küçücük
cisimler değil, mele-'i a'lâ'dan şeytânların üstüne salınarak onları yakan
ma'nevî ışın (nur) olmalıdır.
Gök taşları da gezegenler arası uzaydan yere düşen taş
veya maden parçalarıdır. Bunlar dünyanın çekim alanına girince, Dünyânın üstüne
doğru düşmeğe başlar. Atmosferden geçerken sürtünmeden ötürü şihâb gibi yanar.
Bir kısmı da yere düşer.
Eskiden gök taşları için kullanılan "Akan
yıldız" veya "Kayan yıldız" gibi deyimler, bugün astronomlarca
kullanılmaz. Bunun yerine yalnız gök taşlarından söz edilir. Gök taşlarının
atmosferden geçerken sürtünmeden doğan ışık olaylarına genel bir deyimle
meteor denilir.
Ayrıca şeytânlar, âhirette de sürekli azâb içine
atılırlar. Âyetlerden, şeytânları kovmak üzere üstlerine salınan ışınların,
onları çılgın alev gibi yaktığı anlaşılmaktadır. Onları izleyip yakan bu ışın
azabından ayrı olarak onlara, cehennemde de çılgın alev azabı vardır. Şeytânlar
gök haberlerini çalmağa çalışınca üzerlerine salınan yıldız ışınlarıyla
kovulurlar. Ruhsal varlıklar olan cinlerin, kendilerinden daha üstün olan
melekler topluluğundan haber çalması mümkündür. Cinlere atılan kıvılcımlar,
meteor taşlarının hava ile sürtünmesinden çıkan ışıklar değil, onların yüceler
âlemine yaklaşmalarını önleyen nurlardır. Bunlar, maddi gözle görülemez. İnsan
duyularının uzanamayacağı ruhsal konularda akıl yürütmelerle hüküm vermek
doğru olmaz.[8]
Melei-a'la il ilgili
görüşler 1)Göklerdeki melekler 2) Allah'a en yakın olan melekler 3) Adem'in
yaratılışını sorgulayan melekler 4) Kureyş'in ileri gelenleri
Göklerdeki melekler,
Allah’a en yakın olan melekler ve Âdem’in yaratılışını sorgulayan melekler,
Olabilir mi?
Öncelikle bu görüşler bizim
melek kavramından anladıklarımızla uyuşmuyor, melek kavramına getirdiğimiz
tanım; Kısaca Kuvvet, Yönetim gücü, elçi ve haber verici, ayetler ve evrenin
işleyiş yasaları, fizik kuralları, yapılan her türlü amelin karşılığı, Allah’ın
taktir ettiği kader, Allah’ın sünneti, yaratıklar üzerinde iş ve oluşun
uygulanışı vb… Allah’ın ayetleri, Allah’ın iş ve oluşu gerçekleştirdiği
yasaları. Kozmik akışta trafiği sağlayan her türlü kaderin, sünnetin, yasanın
ve kuralın adıdır.
Sad suresi
69,70 ayetlerde "Melei al’a tartışırlarken neler geçtiği hakkında bir
bilgim yoktu." "Ben ancak apaçık bir uyarıcı olduğum için bana
vahyediliyor." Buyruluyor, eğer meleklerin Allah’ın yapacakları hakkında
bilgileri varsa, daha önce adem hakkında neden bir bilgileri yoktu?
“Bir zamanlar
Rabbin meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife atayacağım," demişti.
"Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi halife atayacaksın? Oysa
biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz?" dediler. Ben sizin
bilmediklerinizi bilirim," dedi”. 2/30
Melekler bilen bir topluluk
olsaydı böyle sorarlar mıydı? Saffat 8 ayete getirilen yorumlarda sanki
melekler gaybı biliyormuş gibi, oysa gaybı Allah’tan başka kimse bilemez.
Kur’an’da iki yerde geçen
melei-a’la sözcüğü kureyş’in ileri gelenleri olabilir mi? Her iki ayette de bu
manada geçmesi mümkün değildir, bu çok zorlama ve sorunlu bir yorum olur,
peygamberin vahyi alarak öğrendiği şeyin kureyş’in ileri gelenlerinin
aralarında görüştüğü şeyin olması imkânsız bir şeydir. Kureyş’in konuştuğu
konuları o kabilede yaşayan biri olarak Muhammed (a.s) bilmemesi olası
değildir, zaten ayetlerin sıyakı ve sıbakı buna müsait değildir.
Kur’an’da iki
yerde (Saffat/8 ve Sad/69) geçen melei-a’la kavramının, bir birine yakın iki
anlamı olduğunu düşünüyorum.
Benim bu
konu’(MELEİ-A’LA) da ki Kuran’dan anladığım ise; belli bir ilim seviyesi,
hikmeti kavrama derecesi, yüksek seviye makamı’mahmud ve bu seviyeden olanlar
topluluğu, ilim meclisi, âlimler topluluğu vb…
Saffat 8 de
geçtiği haliyle belli bir ilim seviyesi, hikmeti kavrama derecesi, yüksek
seviye makamı’mahmud vb…
Saffat suresi
8. Ayette geçen male-i’ala
Onlar ne kadar
çırpınsalar da o yüce konseyi (ilimde derinleşme/rasihun derecesini)
dinleyemezler. Ve her taraftan atışa tutulurlar; (Saffat/8)
Aşağıdaki
alıntıladığım ayetler sanırım bu konuya ışık tutacaktır. Cahillerin,
şeytanların (ki soyut bir kavramdır), ulaşacağı derece değildir.
Gerçeği görmek,
basiretli olmak Allah’tan korkmakla olur.
İnsanlardan, hayvanlardan
ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden ancak
bilginler, Allah'tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah daima üstündür, çok
bağışlayandır. (FATIR/28)
Burada da
görülüyor ki ancak Allah’tan korkanlar görür, bilir, anlar, dinler ve
ulaşırlar, art niyetli şeytanlar ulaşamaz.
Ey inananlar,
Allah'tan korkarsanız O size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış verir,
kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allâh büyük lutuf sâhibidir. (ENFÂL/29)
O'ndan başka
yalvardıklarınız ise, ne size yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım
ederler. Onları hidayete çağırırsanız, işitmezler. Onların sana baktıklarını
sanırsın, oysa onlar görmezler. Affı al, iyiliği emret, cahillere aldırış etme.
Ne zaman şeytandan bir kötü düşünce seni dürtüklerse, Allah'a sığın; çünkü O,
işitendir, bilendir. Allah'tan korkanlar, kendilerine şeytandan gelen bir
vesvese dokunduğu zaman düşünür, (gerçeği) görürler. Kardeşleri ise onları,
azgınlığa çekerler, hiç yakalarını bırakmazlar. Onlara bir ayet getirmediğin
zaman: "Bunu da derleseydin ya!" derler. De ki: "Ben, ancak
Rabbimden bana vahyolunana uyuyorum. Bu (Kur'an), Rabbinizden gelen
basiretler(gönül gözlerini açan nurlar, gerçeğe ileten kanıtlar)dır ve inanan
bir toplum için yol gösterici ve rahmettir!" (A'RAF/197-203)
Kendileri
inkâra şartlanmış olanlar gerçeği işitseler de, gerçek bütün çıplaklığıyla
etraflarında da olsa, ulaşamaz duyamazlar.
Kur'an
okuduğunda seninle, ahirete inanmayanlar arasına gizli bir perde çekeriz.
Kalpleri üzerine onu anlamaları için kabuklar geçiririz, kulaklarına da bir
ağırlık koyarız. Rabbini Kur'an'da yalnız Kur'an'da andığın zaman, nefretle
geriye dönüp kaçarlar.(İsra/45,46)
Sad 69 da
geçtiği haliyle de “Toplumun bilenleri/âlimleri” şeklindedir.
“Yüce konseyin
kendi aralarındaki tartışmalarından, benim hiçbir ilmim/bilgim yoktur. (Sad/69)
Bu ayette geçen
mesele, özellikle Kur’an’ın henüz inmediği dönemlerde şekillenmiş ehli kitaptan
ilim sahibi, toplumun değer verdiği ve sık sık Resulullah’a soru gönderen ileri
gelenler olma olasılığı çok yüksek.
Sad suresini
incelediğimizde! “Zikir (öğüt) aramızdan onun üzerine mi indirildi?” ”Nuh’un
kavmi, Ad, kazıklar sahibi Firavun, Semud, Lut’un kavmi ve Eyke ashabı…”
“Davud’u hatırla” “Süleyman’ı da bahşettik Kulumuz Eyyüb’ü de hatırla!”
“İbrahim’i, İshak’ı ve Yakub’u da hatırla!” “İsmail’i, Elyasa’yı, Zü-l Kifl’i
de an”. “Hepsi de hayırlı kimselerdendir” vb… Resulullah’ın daha önce bilmediği
kısalardan bahsetmekte ve “bana bu vahiyle bildirilmektedir, yoksa ben nereden
bileceğim. Sizde biliyorsunuz ki benim mele-i’al (ehli kitap bilginlerinin)
aralarında bahsettiği kıssalardan geçen konuşma/tartışmadan hiçbir bilgim
yoktur.” Denildiğini anlamaktayım.
Kur’an’a
baktığımızda bazı sorulara/iddialara cevaplar verildiğini; “Muhammed bunları
birilerinden öğreniyor”, “öğrenim görmüş bir deli”, “bir topluluk da kendisine
yardım ediyor” ve “öncekilerin (ehli kitabın) masalları” vb… gibi sorular
olduğunu görmekteyiz…
Biz onların,
"Ona bir insan öğretiyor!" dediklerini biliyoruz. Hak'tan saparak
kendisine yöneldikleri adamın dili a'cemi (yabancıdır, açık değildir), bu ise
apaçık Arapça bir dildir. (NAHL/103)
İnkâr edenler:
"Bu, yalandan başka bir şey değildir. (Muhammed) onu uydurdu, başka bir
topluluk da kendisine yardım etti." dediler ve kesin bir haksızlığa ve
iftiraya vardılar.
Dediler:
"Evvelkilerin masalları, onları yazmış, sabah akşam onlar kendisine
yazdırılıyor." De ki: "Onu, göklerdeki ve yerdeki gizleri bilen
indirdi. O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir. (Furkan/4-6)
"Bunu (bu
aktarılan tarihsel tartışmayı) o uydurdu" mu diyorlar? (Ey Muhammed) De
ki: "Onu ben uydurmuş isem, suçumdan ben sorumlu olacağım ve sizin
işlediğiniz suçlarla da benim bir ilişkim yok." (Hud/35)
Sonra ondan yüz
çevirdiler ve, "Öğrenim görmüş bir deli!" dediler. (Duhan/14)
(Ey Muhammed) Bunlar sana vahyettiğimiz, görünmez âlemin
haberlerindendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye (kur'a) oklarını
atarlarken sen onların yanında değildin; birbirleriyle çekiştikleri zaman da
sen yanlarında değildin. (
Ali-imran 44
Bu ayetlerin de
yardımıyla şunu anlıyoruz ki Sad 69 da geçen mele-i’ala o toplum tarafından
bilinen bilgin/âlim kimselerdi.
Özetle:
Kur’an’da iki yerde (Saffat/8 ve Sad/69) geçen melei-a’la kavramının, bir
birine yakın iki anlamı olduğunu, belli bir ilim seviyesi, hikmeti kavrama
derecesi, ilimde derinleşme ve yükselme seviyesi ve bu seviyeden olanlar
topluluğu, ilim meclisi, âlimler topluluğu vb…
Saffat 8 de
geçtiği haliyle belli bir ilim seviyesi, hikmeti kavrama derecesi, yüksek
seviye makamı’mahmud vb…
Sad 69 da
geçtiği haliyle de “Toplumun bilenleri/âlimleri” şeklindedir.
En doğrusun
bilen ancak Allah’tır.
[1] Müfredat Ragıp el-isfahani çeviri Yusuf TÜRKER pınar
yayınları sayfa 1393
[3] Müfredat Ragıp el-isfahani çeviri Yusuf TÜRKER pınar
yayınları sayfa 1394
[4] 16/60, 20/68, 30/27, 37/8, 38/69, ayrıca 3/139, 42/32
[5] Razinin sad suresi 69.
Ayetin açıklaması
[6] Taberi tefsiri sad
suresi 69. Ayetin açıklaması
[7] El-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an imam qurtubi sad suresi 69. Ayetin açıklaması
[8] Prof. Dr. Süleyman
Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Küba Yayınları: 13/152-154. Süleyman ATEŞ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder